Medikal Biyoteknolojinin Geleceği

Son 20 yılda moleküler biyoloji, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve elektronik alanında gerçekleştirilen devasa adımlar medikal biyoteknolojinin geleceğini hayallerimizin sınırlarına sığmayacak kadar değiştirmiştir. Sadece bilimkurgu kitapları veya filmlerinde görebileceğimizi düşündüğümüz pekçok şey artık önümüzdeki 10-20 senede hayatımızın rutin bir parçası haline gelebilir. Bundan 10 yıl önce sadece dünyanın en gelişmiş ülkelerinin cirit attığı medikal biyoteknoloji yarışında artık Çin ve Kore gibi ülkeler de en ön saflarda yerini almaya başlamıştır. Bu başlık altında hem dünyada medikal biyoteknolojinin ilerlediği yol haritası hakkında bilgi verilecek hem de ülkemizde bu konuda atılması gereken adımlar değerlendirilecektir.

Dünyada Medikal Biyoteknolojinin Geleceği

Medikal biyoteknoloji kapsamında pekçok alanda çok hızlı gelişmelerin yaşandığı bir dönemde olduğumuz için gelecekte ne yaşanacağı sadece hayallerimizle sınırlı aslında. Ama yakın gelecek için konuşacak olursak medikal biyoteknoloji alanında beklenen gelişmeler başlıca şu ana başlıklar altında toplanabilir:

Doku Mühendisliği & Rejeneratif Tıp:

Kök hücre biyolojisi, malzeme mühendisliği ve nanoteknolojideki son 10 yıldaki gelişmeler doku mühendisliği ve rejeneratif tıp alanındaki çalışmalara çığır atlatmıştır. Özellikle insanların kendi deri hücrelerinden kök hücre üretebilme ve bu kök hücreleri vücuttaki hemen her hücreye dönüşebilmesi bozulan veya kaybedilen organların ve dokuların yenilerinin yapılması için son derece büyük öneme sahiptir. Bununla birlikte bu hücrelerin doğru sinyallerle doğru hücre tiplerine dönüşebilmelerini sağlayacak doğal dokuya benzer nanoteknolojik malzemeler de doku mühendisliği ve rejeneratif tıp alanının önünü açmıştır. Yakın gelecekte artık kırılan kemiklerin, devamlı ağrıyan dizlerin veya felcin çaresi ilgili dokuların rejenerasyonu ile olacaktır. Bu alanda yeni start-up firmalarının kurulması ve en yeni araştırmaların melek yatırımcıların da katkısıyla ticarileştirilmek üzere klinik araştırmalarının yapılması dönemi başlamıştır.

Biyoteknolojik İlaçlar:

Bir ilacın geliştirilmesi, ruhsatlandırılması ve ticari olarak satılmaya başlaması hem 10-15 yıl almakta hem de milyonlarca dolarlık yatırım ve AR-GE gerektirmektedir. Yeni yazılımların geliştirilmesi ve sistem biyolojisinin daha çok araştırmacı tarafından çalışılması ile birlikte yeni küçük molekül ilaçların akılcı tasarım yöntemleri ile geliştirilmesi kolaylaşmıştır. Ancak bu ilaçların geliştirilmesinin çok zor olduğu pek çok hastalık için alternatif olarak geliştirilen antikorlar gibi biyoteknolojik ilaçlar çok daha hızlı geliştirilebilmektedir. Özellikle kanser ve oto-immün hastalıklar gibi hastalıkların tedavisi için antikor ilaçlar çok ilgi çekmekte ve oldukça yüksek fiyatlara pazarlanmaktadır. Yakın gelecekte antikor tarzı, özellikle de rekombinant antikor ilaçların sayısı gittikçe artacak, ayrıca bunların yanında RNA temelli ilaç sistemleri kullanılmaya başlanacaktır. RNA ile ilgili bilgilerimiz gün geçtikçe artmakta RNA’nın terapötik olarak kullanılabilmesi için gerekli modifikasyonlar geliştirilmektedir. Nanoteknoloji sayesinde hem protein hem de RNA bazlı ilaçların daha kolay uygulanabilmesi, vücuttaki yarı ömrünün arttırılması ve hedefli salım yapılabilmesi de biyoteknolojik ilaçların gelecekteki kullanımını kolaylaştıracaktır.

Kişiselleştirilmiş Tıp:

DNA dizileme tekniklerindeki gelişmeler sayesinde artık insan genomu bir haftadan daha kısa bir sürede dizilenebilip analiz edilebilmektedir. Genomla ilgili bilgilerimiz arttıkça hastanelerden toplanan bilgilerin genom verileri ile birleştirilmesi sayesinde hangi ilacın hangi hastaya daha iyi gelebileceği veya hangi mutasyonların hangi hastalıklara yakalanma riskini arttıracağını bulmak kolaylaşmıştır. Bundan sonraki süreçte bu bilgilerin daha geniş çapta ve detaylı olarak toplanması ve çok daha fazla insanın DNA’sının dizilenerek genom verileriyle karşılaştırılması sayesinde herkesin kendi genomuna özgü ilaçlar belirlenebilecek ve olası hastalıklara karşı önlem alınabilecektir.

Yeni Nesil Aşılar:

Aşılar ilk icat oldukları dönemden beri koruyucu tıbbın önemli gereçleri olmuşlardır. Ancak globalleşen dünyada ulaşım ağının gelişmesi ile hastalıkların ülkeler hatta kıtalar arasında yayılması da çok daha kolaylaşmıştır. Bu sebeple dünya üzerinden silindiği düşünülen bazı hastalıklar tekrar görülmeye başlamış ve enfeksiyon bazlı hastalıklar hızla yayılır olmuştur. Son 10 yıl içerisinde Zika virüsü, domuz gribi (H1N1), kuş gribi ve Ebola gibi hastalıkların hızla yayılması ve tedavilerinde yaşanan zorluklar bu tür hastalıklara karşı hızlı aşı geliştirmenin önemini bir kez daha hatırlatmıştır. Bu amaçla mikroorganizma ve virüslerin inaktif hallerinin klasik adjuvanlarla birlikte kullanıldığı ve üretimi zaman alan klasik aşı sistemlerinin yanında veya onların yerine rekombinant proteinlerin kullanıldığı ve yeni nesil adjuvanlarla güçlendirilmiş aşıların üretilmesi gerekmektedir. Bu amaçla araştırmacılar halen yoğun şekilde araştırmalarına devam etmektedir ve yakın gelecekte bu tür aşıların daha da yaygınlaşacağı düşünülmektedir.

Gen Terapisi:

Genom dizileme yöntemlerindeki gelişmeler kalıtsal hastalıkların sebeplerini anlamamızda çok faydalı olmaktadır. Özellikle tek gen hastalıklarının sebeplerinin bilinmesi bu hastalıkların tedavisi için gen terapisi yöntemi kullanılmasını da olanaklı kılmaktadır. Gen terapisi yönteminde mutasyona uğramış olan genin sağlıklı genle değiştirilmesi için sağlıklı geni taşıyan taşıyıcı sistemler vücuda verilmekte ve sağlıklı genin mutasyona uğramış olan genle yer değiştirmesi sağlanmakta veya mutant gen inaktive edilmekte veya yeni bir gen eklenerek hastalık tedavi edilmeye çalışılmaktadır. İlk bulunduğu yıllarda gen terapisi yöntemi uygulanan hastalardan birkaçında ölüm vakaları görülmesi üzerine ABD’deki klinik araştırmalar 90’lı yıllarda durdurulmuş daha sonra gen terapisi tekniklerinin geliştirilmesi ile tekrar izin verilmiştir. Çin’de gen terapisi yöntemi ruhsatlandırılmış olmakla birlikte gelişmiş ülkelerde de yakın gelecekte ruhsatlandırılacağı düşünülmektedir.

Ülkemizde Medikal Biyoteknolojinin Geleceği

Medikal Biyoteknoloji Yol Haritası

Türkiye’de medikal biyoteknolojinin tarihçesi kısmında da bahsettiğimiz üzere 2000’li yılların başından beri ülkemizde bu alanda oldukça önemli adımlar atılmış olmakla birlikte ülkemiz henüz çağı yakalayabilmiş değildir. Gerek akademisyenler ve kamu kurumlarında çalışan uzmanlar gerekse sanayici örgütleri biyoteknoloji alanında yapılması gerekenleri gösteren çeşitli raporlar hazırlayıp bunları muhtelif zamanlarda kamuoyu ile paylaşmışlardır. Ancak her geçen yıl dünyada bu alanda hayallerimizin ötesinde gelişmeler yaşandığı için bu raporların da sıklıkla güncellenmesi gerekmektedir.

Bu alanda TÜBİTAK’ın, Kalkınma Bakanlığı’nın, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın, Sağlık Bakanlığı’nın ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun yayınları bulunmaktadır. Bu yayınlarda kısaca 2023 hedeflerimiz doğrultusunda Medikal Biyoteknoloji alanında önceliklendirilmesi hedeflenen araştırma konuları belirlenmiştir. Bununla birlikte 2023’e kadar olan dönemde hem sinai olarak hem de Ar-Ge merkezleri olarak araştırma ve ürün hedefleri konulmuştur. Kurumlarımız tarafından oluşturulmuş yol haritalarından bir kısmı şunlardır:

Kalkınma Bakanlığı 10. Kalkınma Planı (2014-2018)

TÜBİTAK Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikaları, 2003-2023 Strateji Belgesi

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türkiye Biyoteknoloji Stratejisi ve Eylem Planı (2015-2018)

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türkiye İlaç Sektörü Strateji Belgesi ve Eylem Planı (2015-2018)

Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, 2018-2022 Stratejik Planı

MEBID olarak akademisyenlerden ve sanayicilerden oluşturduğumuz bir kurul ile ülkemizde medikal biyoteknoloji alanında çağı yakalayıp bu alandaki öncü ülkelerden olabilmemiz için yapmamız gerektiğini düşündüğümüz ek adımları da aşağıda kısaca özetlemeye çalıştık:

“BiyoPark”lar

Ülkemizde muhtelif üniversitelerin arazilerinde ve seçilmiş birkaç sanayi bölgesinde kurulmuş olan teknoparklar düşük vergilendirme sistemi ile Ar-Ge yapan şirketlerin toplandığı ve start-up şirketlerin hayat bulduğu kuluçka merkezleri durumuna gelmiştir. Ancak bu teknoparkların büyük bir kısmı çoğunlukla yazılım firmalarına ev sahipliği yapmaktadır ve aynen TÜBİTAK-TEYDEB proje dağılımında olduğu gibi bu teknoparklarda da medikal biyoteknoloji şirketleri çok az miktarda bulunmaktadır. Medikal biyoteknoloji alanında kümeleşmeyi teşvik etmek ve bu alanda faaliyet gösteren şirketleri Ar-Ge yapmaya teşvik etmek amacıyla özellikle büyük kentlerimizden başlayarak kurulmasını önerdiğimiz BiyoPark’lar:

  • Medikal biyoteknoloji alanında üretim, yazılım, Ar-Ge, analiz ve tanı servisleri yapan küçük, orta ve büyük ölçekli firmalar ile kamu destekli araştırma merkezlerini fiziksel olarak aynı bölge içerisine toplayacak
  • Kamu destekli Ar-Ge merkezlerinde alanında uzman ve bu alanda en iyi üniversitelerden eğitim almış araştırmacılar ve bu araştırmacıların danışmanlık yaptıkları lisansüstü öğrenci ve araştırmacıların kendi araştırmalarını sürdürürken bir yandan da yanı başlarındaki şirketlerin sorunlarına çözüm aramaları ve bu şirketlere yeni ürünler geliştirme konusunda danışmanlık yapmaları sağlanacak
  • Kamu destekli Ar-Ge merkezlerinde medikal biyoteknoloji alanındaki önemli servis hizmetlerini vermek üzere uzman teknisyenlerin görev yaptığı ortak laboratuvarlarda start-up’lar ve küçük, orta ve büyük ölçekli şirketlere araştırma laboratuvarı kiralama ve kullanma olanağı sunulacak
  • Kurulacak satın alma destek birimleri sayesinde medikal biyoteknoloji alanında Ar-Ge ihtiyaçları için önemli bir sorun teşkil eden vergilendirme ve gümrük bedelleri nedeni ile aşırı pahalı ve uzun sürede tedarik edilebilen sarf malzemeleri devletin sağladığı uygun vergi muafiyetlerini kullanarak araştırmacılar tarafından daha ucuza tedarik edilebilecek
  • Biyopark’ların şehir hastanelerine yakın bölgelere kurulması ile klinisyenlerimiz hem araştırma laboratuvarlarını kullanabilme imkanı kazanacak hem de tam zamanlı araştırma yapan araştırmacılarla bilgi alışverişinde bulunarak hasta odaklı araştırmaları doğru yönlendirebilecek ve hastalarına sundukları hizmetlerde en son teknoloji ürünlerini kullanabilecek
  • Düzenli olarak organize edilecek ulusal ve uluslararası konferanslar sayesinde hem akademisyenler ve şirketler arasında bilgi alışverişi desteklenecek hem de uluslararası arenada tanınırlık sağlanacaktır.